Sonunda benim bebislerin dogum gunu kutlandı. Gökçe ve Başak'ın ikiz gibi giyinmesi, benim ilk kez ciddi anlamda kendimi yaşımın insanı olarak hissetmem vs. derken doluştuk taksiye, istikamet Taksim. Aslında buraya kadar mühim bir şey yok. Geceyi anlatmak gerekirse benim sivri(!) zekam sagolsun 50 kişiyi kıç kadar Vida'ya sıgdırdık. Yagmur var diye cok kisi gelmez diyordum ben, megerse bizim kızların seveni cokmus. Sonuc olarak en sevdigim muzikler esliginde, gözlerimize flaşları patlata patlata saati 2 ettik. Cumartesi gecesi Jukebox gecesidir dedik, koştuk Bronx'a. Tıklım tıkış, müdavimler her zamanki yerlerinde. Bir de "Erasmus'a/Exchange'e gitmeden son kez bi' herkesi göreyim..." mantığında olanlar var ki benim Gizoşum da bunların arasında, herkes orda yani her-kes! Başak henüz Bronx'a ulaşmamışken Gökçe'nin ismini söylettik mikrofondan heyyamola tarzı. Şimdi herkes orda ya, ben de doğum günümü bu sene 7gün 7gece kutlayamadım ya, bi kıskandım.. Beni de söylesinler istedim. Solistten gelen cevaba gülsem mi ağlasam mı bilemedim. "Sena? Ben biliyorum senin dogum gunun geçti.." E tabi bayağı bi' gülündü bu mevzuya. Her neyse. Eğlenceydi carttı curttu, benim patiler agrımaya basladı. Dogum gunu kızlarınıysa kesmemiş olacak ki gecenin mi sabahın mı desem bilmiyorum ama işte sonuç olarak bir şeyin 4ünde "Hadi oraya, hadi buraya?" diye tutturdular. Eee, bu gece onların gecesiydi, kafa yapımız şu: Onlar ne derse o olur! Çıktık yağmurun altında açık mekan arıyoruz. Sonuç olarak hevesimiz kırıldı bi' kere. Eve gidelim. Nasıl gidelim? 2342394 kişi taksi bekliyoruz yağmurun altında. Kim kiminle hangi eve gidecek? Kim Beşiktaşa, kim burda kalıp bi' şeyler yiyecek, kim dürüm ister, kim bok kim kok... derken taksinin değnekçisi bizi sıkıstırdı; "Kardeş hadi biraz hızlı, biraz daha biraz daha..." Peki ben n'aptım? Sanki tabakhaneye bi' şeyler yetiştiriyormuş gibi hızlandım bi' bi' şey yaptım ben de anlamadım. Bi' de baktım ki yerdeyim. Üşüyorum diye de, elim cebimdeydi. Son anda çıkardım, yüzüm gözüm dağılmadı neyse ki. Tabii o heyecanla her zamanki gibi acıyı hissetmemişim. Böyle arabaların park etmemesi, yanaşmaması için koyulan şey neyse onun adı artık sabahın 5bucugu aklıma gelmiyor; onlara giriş o giriş ben.. . Eve geldim, "Gökçe," diyorum "gel bak, ezilmiş mi bu kemik nolmuş?" Yine oramı buramı morartabildim anlayacagınız. Sonuc olarak yine şapşallığımla rol çaldım. Hala gülüyorum düşüşüme. Bu aralar çok düşüyorum. Gidip bi' kulagımdaki "yarım daire kanalları"ma baktırsam iyi olacak! Uykum yok diye bu saçmasapan yazıyı yazdım. Düdüklerime hediye olsun istedim de onlarla ilgili güzel bir şey de yazmış sayılmam. Tek bildiğim yarın sabahın köründe kalkmak, pazar kahvaltısına zorla götürülmek istemediğim... Tek istediğim elimde telefon çalmasını beklerken, ders çalışmaya çalışmanın hüznünü kendi kendime yaşamak. Yalvarrrrıııım Nejiiideeet dizimdeki morluklar ve kalbimdeki kırıklarla beni yalnız bıraaak! :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder