Nasıl bi' şey ki?

Fotoğrafım
Çok Boğaziçili, öyle ki mezun olmayı düşünmüyor. Çok crazygirl89. Çok kestane12. Çok “Yay” kadını, hatta “Yay-Yay” kadını. Çok kedi, gerektiğinde kaplan. Çok çığırtkan ama hep suskun. Çok kıskanç, hiç paylaşımcı. Çok “benim şarkım bu!” cu. Çok “bu da benim oldu artık!”çı. Çok şımarık, çok ukala. Çok renkgarenk ama hep siyah. Çok karışık, çok tekdüze. Çok uzattı ama napsın hep anlatası var. Çok çok. Çok da az. Hiç mutsuz, hiç mutsuz ve hala mutlu.

29.5.10

Gül*Bülbül

yazacak milyon tane konu varken bunu nerden buldum, komik. metroda iki insan yanımda sohbet ediyordu. kız böyle sarışın, kocaman dudaklı; erkek mini beyaz bir şort giymiş, hafif feminen tavırlı. ilginç bir ikiliydi, dinlemeye koyuldum. lisenin ilk senesinden beri bildiğimiz tasavvuftaki gül-bülbül olaylarından konuşuyorlar, belli bir sınavda çıkmış. kız kendini doğrulatmaya çalışıyor. çocuğun da konuyla alakası yok değil, ama istediği cevabı kıza bir türlü veremiyor. sonra şöyle bir cümle geçti ki, bu insanlar boğaziçili olmalı diye güldüm içimden. "hani tasavvuf var ya, ordaki gül-bülbül olayı o zamanın şairleri için çok 'inspayring' bişi. işte bu yuzden doos meeen onları cok kullanmış, hıhım, evet..." bu cümleyi duyduktan sonra, kulaklarımı onlara kapadım. ama tesadüfe bakın ki aynı çiftle okulun önünden kalkan 43R'de karşılaştık, işte o zaman dedim ki; bu bir işaret. hala ve hala gülden bülbülden bahsediyorlar. nerdeyse konuya atlayacaktım ki, onların hikayesinin ne kadar klişe olduğunu görüp vazgeçtim... dahası son kararımsa kendime güllü bülbüllü bir klişe yaratmak oldu ve işte klavyemin başındayım.

Önce bir toz bulutu, ardından yağmur karışırken toprağa civelek bir şakıma duyuldu çisillerin minik sesleri arasından. Sabah olmuştu, bülbül mutlu mesut geziniyordu. Her ne kadar yalnız olduğunun bilincinde olsa da, kanatlarının varlığı onu mutlu etmeye yetiyor gibiydi. Bir çırpıyor, havalarda süzülüyor; bir yere çakılacakmış gibi hızla inişe geçip gururla sallandırıyordu kanatlarını. Gösteriş meraklısı mıydı, yoksa sadece kendince mi takılıyordu; bilinmez... Ama içten içe ulaşamadığı bir şeyler olduğu kesindi. Sesini herkese duyurmaya çalışırcasına şakıyordu. Melodileri yağmurla karışıyor, anlaşılmazlık yaratıyordu.
Hiç olmayacak şeyleri yapmakta üstüne yoktur bülbüllerin... İşte o anda onu gördü vuruldu. Sabahın ilk ışıkları arasında taç yapraklarını güneşe kapatmış beyaz bir gül...Yanına gitti, hiçbir şey mırıldanmadan saatlerce durdu, yaprakların açılmasını bekledi. Nerden bilebilirdi ki gülün sadece geceleri açtığını. Bülbül artık mutlulukla şakımaktan çok, yalvarırcasına ağlıyordu. Bülbül ağlaya ağlaya uyuyakalırken, gül gözlerini açtı geceye. Onca yağmur yetmemiş gibi kana kana suya ihtiyacı vardı. Açgözlülük mü yaptığı, yoksa sadece ihtiyactan mı bilinmez köklerini topraklara daldırdı. Yaşamak için suya ihtiyacı vardı. Etrafına bakınırken, yanında uyuyakalmış çaresiz bülbülü gördü. Tanımıyordu. Tanısa onu sevebilirdi belki, ama durum böyleyken ona ihanet etmek kolay olacaktı. Bülbülün kanını su niyetine içine çekti gül. Dikenlerini derisine batırırken, hiç düşünmedi; canı acıyor mudur diye. Bülbül henüz elveda demeden hayata, son bir kez gözünü açtı. Onca karanlığın arasında gülünü gördü. Yaprakları eşsizdi, onu sadece bir saniye bile görmenin mutluluğu dikenlerinin verdiği acıyı hissettirmiyordu bile. İçinden şöyle geçirdi gülümseyerek bülbül, "Aşk için ölmek bu olsa gerek..."

*

Bülbüllerin saçmalamakta da üstüne yoktur, bunu da burdan kanıtlayayım istedim.
Gül, bülbülün fedakarlığını görmek için mi, yoksa sadece onun canını acıtmak için mi bunu yaptı bilinmez. Bilinen tek gerçek şu ki, bülbül artık yaşamıyor.

9.5.10

❾ :)

insanoğlu birilerine, bir şeylere tapmak için yaratılmış. kendimi adama raddesine gelecek kadar sevdiğim şeyler vardır benim de... bazıları nefes alıp veren cinsten, bazılarıysa öylesine cansız ki; benden daha fazla canlılar sanıyorum. işte o cansızlarımdan biri "9" ...


NINE! NEIN! Neden "9"? Spesifik "9"larım neler benim?


Bir aile geleneği olarak "9" ; 3 kuşak boyunca sporcu yetiştirmiş bir ailenin en miniklerinden biri olarak bana kalan bir miras belki de. "Şabanlar "9" giyer." gibi bir zorunluluk yok elbette, ama ben kendimi o formanın içerisinde inanılmaz derecede huzurlu hissediyorum. sırtımda başka bir sayı yazsa sanki zıplayamayacakmışım gibi geliyor. dokuzun kanatlandırıcı gücünün harun erdenay'dan kaynaklandığına da inanırım bazen. hani pegasus falan... bu arada harun erdenay'ı 9 giyindiği için mi idolüm seçmiştim minicikken, yoksa gerçekten o kadar iyi bir oyuncu muydu da daha kuralları bilmezken ekrana yapışırdım; hep bir muamma olarak kalacak..


"9" as a good luck charm ; nedense içinde dokuz sayısının geçtiği olaylar mutluluk vericidir. cevabının 9 olduğu bir tek matematik sorusunu bile yanlış yaptığımı hatırlamam mesela. 2008 ÖSS'de batırıp 2009 ÖSS'de hayallerimin okulunu kazanmamda kesin dokuzun payı var, kesin! "saat 9'da" diye sözleşilen buluşmaların 8'de olanlardan çok daha güzel olduğunu günlüklerime yazmışlığım var.

bir kedi için "9" ; her ne kadar yeni arkadaşlarım kedi lakabımı bilmese de böyle bir şey var evet, taa lise hazırlıkta başlayan bir olay. sırnaşma huyu mu derler, nankörlük mü? kimi de kara kedi diye çağırır. ama en çok kullanılan 2 lakabımdan biridir "kedi". bir arkadaşımın, üzerinde duvara ölüm sayılarını çentik atan kedili bir kupası vardı. hayatımda eşya hacılamak kadar nefret ettiğim bir şey yoktur, ama ilk kez yapmıştım. (yaptıııııııım diye bağarar!!) dokuz canlı olmadığımı biliyorum ama her kalp kırıklığında benim de çentik attığım bir defterim var. 6 canım kalmış..


ve sona geldik, bugun bu ordan burdan karışık yazıyı yazmamın nedenine.
SPORTS FEST'E SADECE
9 GÜN KALDI!



dünyanın en heyecanlı insanı olabilirim bu yüzden. facebookta kendi profil fotoma baktığımda bile kalbim küt küt oluyor. ofis'e giriyorum eski afişlere bakıyorum "acaba bu seneki nasıl olacak?" diye bin kere düşünmeden edemiyorum.


Benim için özel bir sayı "9" ...
Bu yüzden inanıyorum, bugün güzel olacak;

Sports Fest daha da güzel...
En güzeli...





7.5.10

Dünyanın En Güzel Şarkıları..

bilen bilir bu sıfatı kullanmayı ne çok sevdiğimi. arabeskten tut, rocka kadar çok saçma denecek kadar geniş bir yelpazeye sahip olan müzik zevkimden herhangi bir şarkıyı duymam yeterli "tanraaaaaam dünyanın en güzel şarkısı yeaa!" diye bas bas bağırmam için. bunun bir türevi de "benim şarkım lan bu!" dur, ona da başka zaman değinirim artık.
şu sıralar "dünyanın en güzeli" gibi gelen şarkılar çok gazcı, çok!
eskiden morali bozuk olduğunda depresif şarkılar dinleyip kendi kendini ağlatan bir kızcıktım. such a drama queen! şimdi bir cafe veya ofiste kulağıma çalan bir şarkı beni benden alıp götürebiliyor. gariptir, şarkı hiç romantik değil. aksine tam gaz kafa sallatıyor, ama rocker gibi de değil. hani benim mıymıyım var ya, aynen onun gibi. önce soldan sağa omzun üzerinden bir kafa dalgalanması, sonra soldan sağa hobbaaa! hatırladın mı?
hayatımı dünyalara bölmeye alışmışım, böylesi daha kolay; aile dünyam, kızlarımla olan dünyam, manitalarla olan dünyam. şu sıralar bu listeye bir yenisi daha eklendi. adı bile yok; çünkü kendisi bayağı (bayyyaaa) belirsiz. ama o dünyanın da şarkıları var, bir dolu üstelik. gaz şarkılar böyle, nasıl desem...? kafa da sallatıyor, kafa atası da geliyor insanın dinledikçe. Hızlı şarkılar olsalar da, gözlerimi dolduruyorlar kimi zaman. onların hissettirdiği duygu, yeni dünyam kadar belirsiz. mutlu mu ediyor, mutsuz mu belli değil. bazen bu şarkıların bana ait olmadığını düşünüp, silmek istiyorum bilgisayarımdan. elim mi gitmiyor nedir, kaç kez denedim olmuyor, yapamıyorum. hayır, işin kötüsü bu şarkıların kopyaları her yerde! Bilgisayardan silmekle bitmiyor, telefonumdan da silmeliyim, ipodumdan da... arkadaşlarımın hayatından da silmeliyim ki o çok zor. bir mekana gittiğimizde çalsalar, ne yapabilirim ki? "Hiç dinlemesem ne olurdu?" diye soruyorum kendime. cevaplar hoşuma gitmiyor, işte o an gözlerim doluveriyor. "Şarkılarım olmadan asla diyorsanız, Sena!" diye kendimle dalga geçiyorum. Bazen de diyorum; "Kulaklarım sağır olsaydı da duymasaydım o lanet olasıca ritmi!"
Dengesizim biliyorum, ama o dünyam da dengesiz. Ölmek istemiyorsam ben, bu dünyanın içinde nefes almalıyım, alıyorum da... Ama hani ciğerin yanar ya öyle bir şey bu dünyanın havası. Yakıyor nefesini geri verirken, içini. O zaman tekrar şarkılarım geliyor aklıma, ben istemesem de çalıyorlar, çalıyorlar... Bu şarkıları öldürmek gerek biliyorum, dünyanın en güzel şarkıları olsalar da... Peki bunu yapmayı istiyor muyum? İşte orda sadece susuyorum...

6.5.10

pourquoi??

hayatı boyunca hep bir şeyler yazmaya alışmış bir insanın kendisine "neden burdayım? neden blog yazıyorum?" diye sorması ziyadesiyle absürd olsa gerek.
bebeklerimden destinebayramoglu'nun "nası blog yazmalısın belli değil..!" sözleri üzerine tüm gün boyunca düşündüm, dün. profili oluşturana kadar "neden yazayım ki?"ydi sorum. ne yazacaktım? ne anlatacaktım? yeterince bağırmıyor muydu hayatım "ben burdayım!" diye? şuan burda olduğuma göre, bağırmıyormuş demek. (swh)
peki söyle bana db ilk blogumun konusu ne olsun?
"blogum hayatımı anlatıyor." diyen insanları düşündüm. bir de "neden blog tutuyorsun?" sorusuna cevap olarak "rahatlatıyor." diyenleri. öyleyse ben de hem hayatımı anlatan, hem de beni rahatlatacak bir şeyler yazmalıydım. yetmiş beş dakikalık allahın cezası derslerde, adına ara dedikleri on dakikalık ufak zaman dilimlerinde, tuvalette, çimlerde serilmişken, toplantıda bile bunu düşündüm. ne olacaktı, ne olacaktı? eve geldim, oturdum bir daha düşündüm, inanılır gibi değil. uzun zamandır bir şeyler yazmıyor olmam mı beni bu kadar zorluyordu, yoksa yazacak çok şeyim olması mı? belki de o kadar "çok şey" dediklerim kendimi yazmaya zorlayacak kadar değerli değildi gözümde!!! ya da değerlerini kaybetmişlerdi... bu kadar düşüncenin sonunu tahmin edersiniz. tam bir duygu patlaması, üstelik bir o kadar gereksiz... ama en azından bana bir şey göstermişti. evet hayatımı anlatmak istiyordum, ama kendimi anlatmadan önce bile düşünüyordum. düşünüyordum, hep... durmadan.
hep bir ayrıntı, hep bir neden, hep bir çözüm bulmaya çalışmak... uzun zamandır, zamanı bile zamana bırakmadığımı fark ettim böylece. hayatım düşünmek olmuş, eylem nerede? yerinde duramayan kıpır kıpır kız nerede? sürekli köşesine çekilen kişi olmuşum farkında değilim. peki neden? sadece bir şeylere cevap bulmak için. neden cevapsız bırakamamışım soruları? insanlara bir şeyler açıklamaya çalışmışım, cosinus ve sinusle ilk kez karşılaşan ortaokul öğrencisine anlatır gibi, en ince detayına kadar. anlamışlar mı beni? trigonometri kendini anlayabilmiş mi? hobaa.. bak yine soru soruyorum, üstelik gittikçe saçmalıyorum.
buraya kadar sıkılmadan gelebildiyseniz ne mutlu bana, zira ben bile yazarken oehh sena ne bunalttın kendini dedim. ama düşündüm çok, ne yazsam diye. işte ortaya da bu çıktı hacı, idare edeceksiniz.
...
öyle işte... bu da böyle bir anıydı, paylaşmak istedim :)